Şiddet ve İnsan Gerçekliği · Szczepan Twardoch ile “Kral” Üzerine

Szczepan Twardoch imzalı Kral romanı yazarın ülkesi Polonya’da bir edebiyat fenomeni. Polonya tarihinin en acı ve hassas konularından bazılarını, özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesinde Polonya toplumundaki antisemitizmi ele almasına rağmen, 2016’da yayımlandığında hızla en çok satanlar listelerinde üst sıralara yükseldi. Twarodch’un tarih, hızlı tempolu kara roman ve büyülü gerçekçilik unsurlarını harmanladığı romanı, bugün Polonya’nın en heyecan verici romancılarından biri olarak ününü pekiştirdi ve İngilizce yayınlanan ilk kitabı oldu.

Roman, 1937 yılında, İkinci Dünya Savaşı’ndan iki yıl önce, şehir nüfusunun yaklaşık üçte birinin Yahudi olduğu Varşova’da geçiyor. Yahudi bir boksör ve mafya babası Jan “Buddy” Kaplica’nın infazcısı olan Jakub Szapiro’nun hikayesini anlatıyor. Gangsterlerin acımasızlığına rağmen, şehrin yoksul Yahudi mahallelerinde halk kahramanıdırlar. Kaplica’nın adamları yerel dükkân sahiplerinden haraç almadıkları zamanlarda, antisemit ve faşist haydutların kafalarını ezmektedirler.

Bu arada hükümet sağdan ve soldan gelen saldırılarla karşı karşıya kalıyor ve bu çatışmalar sık sık sokaklara taşıyor. Polonya uçurumun kenarında sallanırken, Varşova’daki Yahudiler nasıl tepki vereceklerini tartışıyor. Pek çok kişi Polonya’yı tamamen terk edip Filistin’de yeni bir Yahudi devleti kurmayı savunuyor ancak Jakub evinin Varşova olduğunu düşünüyor.

Bu aksiyon dolu olaylar, babası Kaplica’nın infazcıları tarafından öldürülen ancak Jakub’un kanatları altına aldığı bir genç olan Mojżesz Bernsztajn’ın bulanık hafızası aracılığıyla hatırlanır. Yıllar sonra, İsrail’de yeni bir isimle yaşayan Mojżesz anılarını yazmaktadır; ancak hafızası zayıflamakta, zamanda ileri geri kaymakta ve hayâl ile gerçeği birbirine karıştırarak gerçekten düşündüğü kişi olup olmadığını merak etmektedir.

Kral‘ın İngilizce çevirisi geçtiğimiz ay Amazon Crossing tarafından yayımlandı. Bir çevirmenin bir kitabın en yakın okuyucusu olduğu sık sık söylenir ve bu romanın karmaşık katmanları beni pek çok soruyla baş başa bıraktı. Bu yüzden Szczepan Twardoch’a yazım süreci, bu kitabın arkasındaki tarih ve romanındaki şiddet ve erkeklik temaları hakkında bilgi almak için yazdım.

Sean Gasper Bye’ın The Rumpus‘ta yayınlanan söyleşiyi Şükran Timur Türkçeye çevirdi.

Kral, Türkçeye Ayrıkotu Kitap tarafından Prof. Dr. Neşe Taluy Yüce çevirisiyele kazandırıldı.

***

The Rumpus: Kral 1937’de, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasından iki yıl önce, Polonya’nın dinamik ve çok kültürlü bir ülke olduğu ancak siyasi ve sosyal çalkantılarla karşı karşıya olduğu bir dönemde geçiyor. Sizi bu ortama çeken neydi?

Szczepan Twardoch: 1937’yi seçmemin basit bir nedeni vardı. 1937’de Polonya’da planlanan bir darbe hakkında söylentiler dolaşıyordu ve bu da Kral‘ın ana olay örgülerinden birini oluşturuyordu. Tarihçiler bugüne kadar bu söylentilerin arkasında herhangi bir gerçeklik olup olmadığından ya da muhalefet tarafından yetkililere karşı kullanılmak üzere uydurulup uydurulmadığından emin değiller. Ancak ben romanımın amaçları doğrultusunda bu söylentileri gerçek olarak ele almaya karar verdim. İki savaş arası Varşova’sına gelince, karmaşık etnik kimlik dünyaları beni her zaman büyülemiştir ve Polonyalılık ile Yahudiliğin çeşitli tonlarının kesiştiği bu dünya da bunlardan biri. Ve benim kendi karmaşık etnik kimliğimden de çok uzak değil.

Rumpus: Polonya’nın kendi güçlü bölgesel kültür ve dil geleneklerine sahip bir bölgesi olan Silezya’dan geliyorsunuz. Polonya kültüründen bir “yabancı” olarak kimliğinizin yazılarınızı derinden etkilediği bana açık görünüyor. Kimliğinizin yaratıcı çalışmalarınızla ilişkisini nasıl görüyorsunuz?

Twardoch: Benim geldiğim yer olan Yukarı Silezya, en azından Avrupa standartlarına göre nispeten kısa bir süredir Polonya’nın bir parçası; bir kısmı yüz yıldır, bütün olarak ise yetmiş beş yıldır. Bundan önce, Polonya ve Silezya’nın tarihleri, on dördüncü yüzyılda Silezya’nın önce Bohemya Krallığı’na, ardından Avusturya’ya ve on sekizinci yüzyılın ortalarından itibaren de Prusya’ya dahil olmasıyla başlayan farklı yollar izledi. Tüm bu süre boyunca Slav dili köylü sınıfı arasında korunmuş ancak hiçbir zaman kendi güçlü etnik kimliğini geliştirememiştir. Sosyal basamakları tırmanan Silezyalılar, önce Almanca, 1945’ten sonra Lehçe için ana dillerini terk etme gibi önemli bir deneyim yaşadı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunda görev yapan pek çok Silezyalı, sınır bölgesindeki etnik kimlikleri ile bizim Polonyalılık ve Almanlık arasında kaldığımız gibi Almanlık ve Fransızlık arasında kalan Alsaslıların durumu arasındaki benzerliği fark etti. Bu durum özellikle Silezya’nın Polonya ve Almanya arasında bölündüğü iki savaş arası dönemde ve İkinci Dünya Savaşı sırasında, örneğin benim büyükbabam da dahil olmak üzere birçok Silezyalının Wehrmacht’a zorla askere alındığı dönemde görünür hale geldi.

Belki de bu yüzden Silezya milliyeti (bu kelimenin siyasi anlamından ziyade etnik anlamında) her zaman bir seçim meselesi olmuş, kardeşler sıklıkla farklı kimlikler seçmişlerdir; biri kendini Alman, diğeri Polonyalı olarak görmüştür. Bu arada “gerçek” Almanlar ve Polonyalılar için Silezyalıların Almanlığı veya Polonyalılığı her zaman bir dereceye kadar şüpheli ve kuşkulu olmuştur. Belki de bu nedenle, son yüzyılda kendi bireysel etnik kimliğimizi geliştirmek için geçici bir girişimde bulunduk.

Etnik açıdan istikrarsız ve dinamik olan, diller arasında kolayca kod değiştiren (benim de yaptığım bir şey, örneğin sevdiklerimle konuşurken Lehçe’den Silezyaca’ya akıcı bir şekilde geçmek), dil kodlarını duruma uyarlayan Varşova Yahudilerinin kimliğine olan ilgim, şüphesiz kendi titrek, karmaşık etnik öz kimliğimin bir sonucudur. Ben bir Silezyalıyım; Silezyaca benim ana dilim. Lehçe yazıyorum; ayrıca çoğunlukla Lehçe düşünüyorum ve Polonya kültürü benim için çok değerli ve bir yazar olarak onun bir parçasıyım. Ama aynı zamanda Alman kültürü de benim için çok değerli; sadece benim için çok önemli bir figür olan ve bu alanda da çok aktif olan, hâlâ yaşayan, şimdi yüz yaşında olan büyükbabamın hatırına bile olsa.

Rumpus: Savaş öncesinin Varşova’sı sosyal ve hatta fiziksel olarak tamamen yok edilmişti. Yine de siz bunu, birçok gerçek mekân ve hatta tarihi figürler de dâhil olmak üzere muazzam miktarda ayrıntıyla yeniden yaratıyorsunuz. Bir yazar olarak okurlarınız için kayıp bir dünyayı nasıl yeniden yaratıyorsunuz?

Twardoch: Savaş öncesi Varşova’ya dair malzeme sıkıntısı yok. Öncelikle haritaları, sokak atlaslarını, savaş öncesi şehir yönetiminin fotoğraf arşivlerini ve korunmuş belgesel filmleri kullanıyorum. Şehrin ruhu -insanların neyle yaşadıkları- hakkında ise en iyi bilgiyi dönemin dergi ve gazeteleri ile çok değerli seri ilanlar bölümlerinden edinebilirsiniz. Kral‘ın amaçları doğrultusunda, savaş öncesi üç önemli gazetenin yüzer sayısını inceledim: Yahudi karşıtı ABC (kitabın önemli bir olay örgüsünü oluşturan Yahudilerin ordudan atılmasıyla ilgili bir makaleyi bana verdi), merkezci Warsaw Courier ve solcu-Siyonist Our Review.

Rumpus: Hikâye ve karakterlerle ilgili fikirleriniz bu araştırma sürecinin ortasında nasıl ortaya çıktı ve kitabı yazma sürecinin geri kalanı neye benzedi?

Twardoch: Genellikle çok sistematik bir şekilde yazıyorum, yani bir fikirden yola çıkıyorum, daha sonra bu fikri geliştirerek bir tretmana dönüştürüyorum ve buna dayanarak asıl romanı yazıyorum. Savaş öncesi Varşova fikri, önceki romanlarımdan biri olan Morphine‘in araştırması sırasında filizlendi. O kitapta, Buddy Kaplica’nın modelini oluşturan, gerçek bir Varşova gangsteri ve aynı zamanda bir işçi ve sosyalist aktivist olan Tata Tasiemka karakteri vardı. Jakub Szapiro’nun biyografisinin bazı unsurları, savaş sırasında gettoda polis olan Yahudi hafif sıklet boksör Szapsel Rotholc’un hayatına dayanıyor ancak kendisi hiçbir zaman gangsterliğe bulaşmadı. Tamamen kurgusal karakterlerime gelince, nasıl ortaya çıktıklarını nasıl tarif edeceğimi bilemiyorum; onları “yaratma” sürecinin tamamı beynimin bilinçaltı kısmında gerçekleşiyor.

Kitabı neden o şekilde yazdığıma gelince, örneğin büyülü gerçeklik ya da fantastik öğeler eklemek gibi, bildiğim tek cevap “çünkü bunu yapmanın doğru yolu bu gibi görünüyordu”. Sezgilerimi kullanarak yazıyorum.

Roman yazmakla ilgili en zorlandığım şey, sürecin ne kadar uzun olduğu, her gün en erken bir yıl içinde, hatta daha sonra bitecek bir şey yazmak zorunda olduğunuz gerçeğidir. Her halükarda, hiçbir zaman ilham gelmesini ya da yaratıcılığın ortaya çıkmasını beklemiyorum. Yazar tıkanıklığı da yaşamıyorum, tam tersine disiplinliyim. Yazmak benim işim; kendime günlük bir kota belirliyorum ve her gün bilgisayarımın başına oturup ne kadar gerekiyorsa o kadar yazıyorum.

Rumpus: Kral‘ı her şeyden önce şiddetle ilgili olarak tanımladınız. Şiddetin nesi ilginizi çekiyor ve neden bu kitabı onun etrafında şekillendirmek istediniz?

Twardoch: Şiddet, bizim kristal sarayımızda unutmaya çalıştığımız, onu Hobbesçu devlet çerçevesine hapsettiğimiz, şiddet tekelini bir derebeye verdiğimiz ve onun da şiddetin sadece ölçülü ve ortak yarar için kullanıldığı bir toplumsal sözleşmeye bağlılık taahhüdünde bulunduğu, insan gerçekliğinin temel maddelerinden biridir. Bu arada şiddet hayatımızdan çıkmadı; sadece uykuda. Timothy Snyder, Kara Toprak isimli kitabında bunu; devletin ortadan kalktığı zaman ve yerlerde şiddetin nasıl aniden patladığını, harika bir şekilde anlatır.

Rumpus: Bu kitap sadece fiziksel şiddeti değil, aynı zamanda psikolojik şiddeti de kapsıyor; psikolojik şiddeti temelde fiziksel şiddetle aynı mı görüyorsunuz, yoksa farklılıklar var mı?

Twardoch: Psikolojik şiddet her zaman olmasa da genellikle fiziksel şiddet tehdidine dayanır ve bana öyle geliyor ki en acımasız haliyle aynı derecede şiddetli olabilir. Fiziksel şiddetin doruk noktası cinayettir, psikolojik şiddet ise kişiyi içten içe yok eder, karakterinin iç dokusu parçalanır ve belki de yaşamaya devam eder ancak artık içten içe harap olmuştur.

Rumpus: Din, etnisite ve siyasi kimlik gibi açık temaların yanı sıra, kitap aynı zamanda erkeklik üzerine de odaklanıyor: erkek olmak, erkeklik ve güç, hatta erkek bedenlerinin fizikselliği üzerine. Erkeklik bu kitapta nasıl bir rol oynuyor ve siz bunu şiddet temasıyla bağlantılı görüyor musunuz?

Twardoch: Polonya’da yaygın olan görüşün aksine, şiddetin yalnızca erkeklere özgü olduğunu düşünmüyorum; kadınlar da şiddet uygulayabiliyor ancak kadınların şiddeti biraz daha farklı biçimler alıyor ve biraz daha farklı amaçlar taşıyor. Erkeklik en zehirli haliyle Kral‘ın ana konularından biri ve erkek bedeni de öyle. Bu kitabı yazdıktan beş yıl sonra geriye dönüp baktığımda, bunun erkeklikle bir tür hesaplaşma, onu analiz etme ve tanımlama girişimi olduğunu düşünüyorum. Kral’ı yazarken boks yapmaya başladım, sonra Muay Thai ve kickboks’a geçtim. Bu, hayatımda yapmaya başladığım ilk spor; antrenman ve müsabakaların beraberinde getirdiği, insanın kendi bedeniyle kurduğu samimi ve çoğu zaman acı verici temas, edebi ufkumu ve ilgi alanlarımı da bir şekilde genişletti. Ağırlık kaldırmanın meditasyonundan çalkantılı idman maçlarına, korku ve öfkeye kadar bedenin içinden geçen her şey.

Bedeni daha iyi anlayarak, her zaman beden ve zekânın kesiştiği noktada var olan insanı daha iyi anlıyorum. Zekâyı bedenden bağımsız, ayrı bir şey olarak düşünmeye alışkınız; bu tamamen doğru değil. Bedensellik Diyonizyaktır ve bir yazar olarak kendimi Apolloncu rasyonaliteden ziyade Diyonizyak içinde çok daha rahat hissettiğimi düşünüyorum.

Rumpus: Bu zehirli erkeklik ile karakterlerin çatışmalı etnik ve sosyal kimlikleri arasında bir ilişki görüyor musunuz? Kitapta bu ikisi bir şekilde birbirini besliyor gibi görünüyor.

Twardoch: Aralarındaki ilişki her şeyden önce tek bir kişinin içinde yer almalarına dayanıyor ve örneğin, zulüm gören bir etnik azınlıktan veya sömürülen işçi sınıfından gelen bir erkek için, onurunu ve öz-değer duygusunu “sağlıklı”, toksik olmayan bir şekilde geliştirebileceği bir alan bulmak zor.

Rumpus: Kitaptaki konu çok karanlık olsa da, genel olarak, bir şekilde aklımda şık, göz alıcı, hatta bir şekilde romantik olarak kalıyor. Sanırım çoğu okur noir geleneğiyle (Türkçe’de daha çok kara film olarak kullanılıyor) bir bağlantı görecektir; bu bilinçli bir bağlantı mıydı ve bu türün büyük kitaplarından ve filmlerinden etkilendiniz mi?

Twardoch: Evet, elbette Kral bilinçli olarak kara roman geleneklerinden yararlanıyor. Bu yüzden sayfalarında bu türün tipik karakterleri yer alıyor: Duyarlı sert adamlar, soylu fahişeler vb.

Kral‘da bu, okuyucumla yaptığım bir tür anlaşmaydı: Onlara hızlı tempolu, sansasyonel bir aksiyon sunacağım ve karşılığında hoş bulmayacakları bir gerçeklikle yüzleşmelerini bekleyeceğim.

Rumpus: Bu tatsız gerçeklere rağmen Kral Polonya’da büyük bir başarı elde etti. Şimdi ABD ve Almanya’da yayınlandı ve Polonya’da bir TV dizisi yolda. Sizce bu kadar ilgi görmesinin sebebi nedir?

Szczepan Twardoch: Dürüst olmak gerekirse hiçbir fikrim yok. Bir kitabın başarısını ya da başarısızlığını neyin belirlediğini hiç anlamadım. Kendi okumak istediğim türde kitaplar yazıyorum ve bir mucize eseri bu kitaplar başkalarının da beğenisini kazanıyor.

Kitaplarımın farklı dillerde aldığı tepkiler kesinlikle çok farklı. Örneğin, Almanya’da romanlarım nispeten iyi satıyor ancak her şeyden önce harika bir eleştirel tepkiyle karşılaştılar, sadece olumlu olduğuna inandığım çok sayıda eleştiri aldım. Bu arada Fransa’da yayınlanan iki romanım sanki bir kara deliğe düşmüş gibi tamamen ve hiç fark edilmeden geçti. Bunun nedeni hakkında hiçbir fikrim yok.

Rumpus: Başka dillerde okuduğunuzu biliyorum. Bir yazar olarak, yaratıcı bir pratik olarak çeviri hakkında ne düşünüyorsunuz? Sözcüklerinizin muhtemelen İngilizce, Almanca, Fransızca olacağını bilerek yazma sürecinde sizin için değişen bir şey oldu mu?

Szczepan Twardoch: Çeviri sanatı hakkında felsefe yapmak istemiyorum çünkü bu konuda fazla bilgim yok. Kendi adıma, İngilizce bir roman ya da Almanca bir gazete okurken, kafamda Lehçe bir çeviri tutmuyorum, orijinal dilde kalıyorum. Kuşkusuz çeviri edebi ve yaratıcı bir faaliyettir ama bu konuda konuşması gereken kişi sizsiniz, ben değil. Yazarken çevirileri düşünmüyorum, yine de sadece Polonyalı bir okur için yazmadığımın farkındayım. Yine de bu durum yazdıklarımda hiçbir şeyi değiştirmiyor çünkü her halükarda nasıl çıkarsa öyle yazıyorum.

Rumpus: İngilizce okuyucuların Kral’dan ne anlamasını umuyorsunuz?

Twardoch: Belki uzak, yabancı ve egzotik olan ama aynı zamanda Polonyalı ve Yahudi ataları Ellis Adası’nda karaya çıkan pek çok Amerikalıya bir şekilde yakın olan bir dünyayla ilişki.

***

Fotoğraf: Zuza Krajewska.

Eser Adı: KRAL
Yazar: Szczepan Twardoch
Lehçeden Çeviren: Prof. Dr. Neşe Taluy Yüce
Yayınevi: Ayrıkotu Kitap
Sayfa Sayısı: 282

Kral Yazarı Szepan Twardoch Hakkında

Szepan Twardoch (1979) Çağdaş Polonya yazarlarının önde gelen isimlerindendir.  Çok satan romanların yazarı olarak tanınır. Pokora (2020), Krolestwo (2018), Drach (2014) Morfina (2012) ödül alan romanlarıdır.

**

Sean Gasper Bye: Polonya edebiyatından çeviriler yapmaktadır. Lidia Ostałowska, Filip Springer, Małgorzata Szejnert ve Szczepan Twardoch gibi Polonya edebiyatından yazarların kitaplarının çevirilerini yapmıştır.   New York’taki Polonya Kültür Enstitüsü’nde Edebiyat ve Beşeri Bilimler Küratörü olarak görev yapmış, Asymptote Close Approximations Ödülü’nü kazanmış ve Ulusal Sanatlar Vakfı çeviri bursu almıştır.

KalemKahveKlavye‘de yayınlanmıştır.