Luka Benim Adım, Ayrıkotu’nda yayımlanan ilk kitabınız. Bu kitap haricinde yazdığınız on altı kitap daha var. Günlük hayatın telaşı içinde yazmaya ve okumaya ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Düzenli bir yazma ritüeliniz var mı?
Luka Benim Adım, şu ana kadar yayımlanan on romanımdan ikincisi; başka yayınevlerinden iki kez yayımlanmış ve çok kısa sürede tükenmişti, Ayrıkotu Yayınevi üçüncü baskısını, gelen çok sayıdaki isteği karşılamak üzere yaptı. Günlük Hayat’ta telaşa kapılmadan yaşamayı öğrendim. Oldukça önemli ve özenle çalışılması gereken bir operasyonu, bir Hekim olarak yönetiyor, on beş bin kişinin İş Sağlığı ve Güvenliği’nin sorumluluğunu üstleniyor ve yazmaya, okumaya ayırmam gereken zamanın tümünü çok dikkatli bir şekilde kullanıyorum. Okumaya ayırdığım zaman, her yıl 40.000 (Kırk Bin) sayfa okunacak kadardır, yazmaya ayırdığımsa, her yıl 300-400 sayfalık bir romanı yazmaya yetecek süredir.
Okuyucularınıza sanki bir miras gibi kalacak olan kitaplarınızda en çok hangi temayı işliyorsunuz?
Yazılan ve yayımlanan kitapların yarınlara kalıp kalamayacağını, nitelik, edebi güç, farklılık, söylenenlerin değeri ve anlatımdaki üslupla birlikte daha birçok faktör birlikte belirler; benim yazdıklarımın yarınlara kalıp kalamayacağını da bu faktörlerle birlikte zamanın bizzat kendisi belirleyecektir. Yazdıklarımda Hayat adlı kavramın her yönünü anlatmaya çalışıyorum; Hayat’ta ne varsa, iyi kötü, olumlu olumsuz, doğru yanlış ve aklınıza gelebilecek her kavramı anlatmaya, kendi doğrularımca tanımlamaya ve okurlarımın bunları kendi doğrularınca yorumlamalarının yollarını açmaya çalışıyorum.
Şu hususu merak ediyorum: Yazarlar kendi yazdıklarına herhangi bir sosyal sorumluluk yüklüyor mu? Kitaplarınızda okuyucuyu sorgulamaya iten, onları köşeyi sıkıştırıp düşündüren, mesaj veren yerler var mı?
Yazar, daha doğrusu benim türümde romanlar kaleme alan Yazar, yaşadığı toplumun, ülkenin, kentin, semtin bir yaşayanı olduğunu unutmamalıdır; var olan sorunları, adaletsizlikleri, eşitsizlikleri, kavgaları, kazaları, ölümleri, cinayetleri, kumpasları, sömürüleri ve daha anlatılması gereken ne varsa, hepsini, anlattığı hikâyenin içerisine mutlaka dâhil etmelidir; sosyal sorumluluk üstlenilmesine dair kararsa, mutlak anlamda okurun bizzat kendisine aittir. Sorgulanmak, köşeye sıkışmak, düşünmek, mesaj almak gibi ve benzeri edimlerin hepsi, okurun seçimi, isteği, yönelimi ve tercihine bağlı eylemler olmalıdır.
On yedi (17) kitap az buz bir rakam değil ve her bir kitap ciddi bir emeğin ürünü. O zaman, kitap yazmak için özellikle bir meselesi olan kitapları kaleme almak için disiplinin şart olduğunu söyleyebilir miyiz?
Yazdığım on yedi kitap, toplam ve yaklaşık olarak beş bin yüz (5.100) sayfada bir milyon yüz bin (1.100.000) kelime içeriyor. Disiplinsiz bir Yazar elbette ki bu kadar yazamaz; tek, bir tek kitap, sıradan bir aşk kitabı yazıp tüm basım giderlerini cebinden karşılayan birçok kişi ortalıkta Yazar diye dolaşıyor! Süreklilik çok önemlidir ki disiplin, tek başına ne yazık ki yeterli olmaz; sabırlı olmak, bir masanın başına geçip saatlerce yazabilmek, anlatmak, herkesten farklı söylemek, kurguyu doğru belirlemek, hikâyeyi sürükleyici kılmak, imlâ yanlışları yapmamak, mantık yanlışlarının tuzaklarına düşmemek, güçlü bir hafızayla yol almak ve ekleyebileceğimiz daha başka gereklilikler, nitelikli yazmanın vazgeçilmez gereksinimleridir.
Kitaplarını okurken dünyaya, topluma bakış açınıza katkısı olan, sizi daha çok okumak için iştahlandıran ve etkilendiğiniz yazarlar kimlerdir?
Öncelikle şunun altını çizmek gereklidir: Okumadan, nitelikli kitaplar yazılamaz… Bazı yazarlar, başkalarını okursam etkilenirim, onlara öykünürüm, diye yanlış düşüncelere kapılabiliyorlar ve ne yazık ki salt bu yüzden çok yetenekli oldukları halde tökezleyerek, topallayarak ilerlemeye çalışırken yarı yollarında kalıyorlar nitelikli yazar olabilmenin.
Bu nedenle sorunuzu “Beni okumaya iştahlandıran, etkileyen” yazarlar olarak değil, sevdiğim, beğendiğim yazarların adlarını sayarak yanıtlamayı yeğleyeceğim:
Tolstoy, Dostoyevski, Flaubert, Eco, Javier Marias, Yalom, London, Hemingway, Joyce, Durrel, Proust, Hugo, John Fante, Bulgakov, Modiano, Balzac, Thoreau, Stevenson, Coelho, Salinger, Çehov, Hidayet, James, Murakami; dışarıdan, aklıma ilk gelenler bu yazarlar.
Bizim yazarlarımızdan da; Karaosmanoğlu, Burhan Sönmez, Mehmet Rauf, Ağaoğlu, Peyami Safa, Suat Derviş, Oğuz Atay, Uşaklıgil, Tanpınar, Selim İleri, Abdülhâk Şinasi Hisar, Orhan Pamuk, Gürpınar, Ferit Edgü, Vedat Türkali, Mehmet Eroğlu, Peride Celal, Ömer Seyfettin, Anar, Attila İlhan; ilk anda aklıma gelenler de bu değerli yazarlar.
Luka Benim Adım; iki bin yıl önce yaşanan olaylar, günümüzde yaşanan kumpaslar, gizemli cinayetler ve tarihi eser kaçakçılığıyla yoğrulmuş. Bu kitabı, diğer kitaplarınızdan ayıran husus konusu mu?
İlk soruyu yanıtlarken, Luka Benim Adım’ın ikinci romanım olduğunu söylemiştim. Yazdığım hiçbir roman, bir diğerine benzemez. Kurgu, anlatılan olaylar, hikâye, oynanan oyunlar, karakterler, kahramanlar mutlak anlamda farklılıklar arz ederler ki böyle olmalıdır, aksi takdirde kendimi yinelemiş olurum. Luka Benim Adım’ın çok sevilmesinin nedeni bence, ders kitabı niteliği taşımayan ve iki bin yıllık Antioch-Antiocheia-Antakya tarihini doğru bir şekilde veren ancak günümüzde geçen olayları da içeren bir roman olmasıdır.
Ne anlattığına gelince: Bir Roman Yazarı olarak en nefret ettiğim soru budur; oturdum, günlerimi, gecelerimi, haftalarımı, aylarımı bu romanı yazmak için harcadım, lütfen zahmet edip okuyun ve ne anlattığımı siz anlayın.
Antakya’da yaşıyorsunuz, kitaptaki olaylar da Orientis Apicem Pulcrum (Doğunun Kraliçesi) adıyla da anılan Antakya’da geçiyor. Antakya’nın sizin için bir önemi olduğunu seziyorum. Antakya’yı diğer şehirlerden özel kılan nedir? Okuyucu kitabı okurken nasıl bir Antakya ile karşılaşacak?
Dünya üzerinde şu anda var olan semavi dinlerden en fazla inanılanının adı bu kentte verilmiş; Yeni Ahit’in üçüncü incilini ve Elçilerin İşleri bölümünü bir Antakyalı olan Aziz Luka yazmış; IV. Yüzyılın en büyük tarihçileri Libanius ve Ammianus Marcellinus Antakyalı; tanınan filozoflardan Publilius Syrus Antakyalı; Stilizm Tarikatı’nın kurucusu Aziz Genç Simon Antakyalı; dünyanın ilk kilisesi Antakya’da; Anadolu sınırları içerisindeki ilk cami Antakya’da; tüm nehirlerin aksine, deniz düzeyinden aşağıda doğan ve aşağı değil, yukarıya doğru akarak denize dökülen dünyadaki tek nehir Orontes (Asi) Antakya’dan geçerek Akdeniz’e ulaşıyor ve daha sayılabilecek birçok özelliği nedeniyle Antakya çok özel bir kent; unutmadan söyleyeyim, ben de Antakyalıyım.
Sevgi ve dostlukla kalın…
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.