Karanlığın Dilinden: Yazar Becky Manawatu ve Romanının Gerçek Hikâyesi
Westport News muhabiri Becky Manawatu, ilk romanı Yılan Balığı Avı ile geniş çapta beğeni topladı.
Philip Matthews, yazar Becky Manawatu ile gerçek hayatta yaşanmış bir trajediden esinlenerek yazılan ilk romanı Yılan Balığı Avı hakkında konuştu.
Becky Manawatu ilkokuldayken West Coast’ta, Māori dili öğretilmiyormuş ancak evde bir Māori-İngilizce sözlüğü bulunuyormuş. Bir gün annesinin arkadaşı, yazar olmak isteyen bir kıza hediye edilebilecek en güzel kitaplardan biri olan Katherine Mansfield’in kısa öyküleri kitabını verince, Becky kendi kendine basit çeviriler yapmaya başlamış.
O zamanlar sekiz dokuz yaşlarındaymış. “Benim soyum Māorilere dayanıyor ve bu benim için her zaman çok önemliydi,” diyor. Öyle ki öğretmenini, kızlık soyadı Wixon’un Māorice bir isim olduğuna ikna etmeye çalıştığı zamanlar bile olmuş. Eğer o bir Māori ise isminin de öyle olması gerektiği konusunda ısrar etmiş. Şimdi bu olayı gülerek hatırlıyor.
Manawatu, Mansfield çevirilerine dönüp baktığında, sonradan Witi Ihimaera, Keri Hulme ve diğer yazarları okuyarak keşfettiği farklı bir hikâye türü aradığını anlıyor. Buller Lisesinde bu yazarlar yerine Jane Austen gibi yazarların eserlerini okutmuşlar ve Manawatu, Aşk ve Gurur’u sevdiğini itiraf ediyor. Son yıllarda, “Yeni Zelanda’da güzel yerli eserlerde ciddi bir artış” olduğunu belirten Manawatu, “yazmak isteyen Māorili gençlerin bu kadar çok esere erişebilmesi gerçekten harika ama daha fazlasına ihtiyacımız var, daha çok eser yayımlanmalıyız.” diyor.
Manawatu’nun ilk romanı Yılan Balığı Avı, bu yeni dalga Māori yazınında yer alıyor. Altı yıl boyunca karanlıkta kalan kitap, sadece altı ay önce dünya çapında tanınmaya başladı. Bu kadar zamanı yazar olmak için çalışarak geçirmek ve sonrasında bunu başarmak nasıl bir duyguydu?
Yılan Balığı Avı adlı romanın merkezindeki karakter, Arama adında bir çocuk. Manawatu’nun kuzeni Glen Bo Duggan’a çok benziyor. Glen, annesinin erkek arkadaşı tarafından öldürüldü ve bu olay ülkeyi sarstı.
“Yazar olmayı dört gözle bekliyordum ancak duygularım karmaşık olsa gerek, sık sık çatışıyorlar. Sadece tek bir şey üzerine odaklanarak uzun süre çalışmak yorucu olabiliyor, bazen de eserimle baş başa kalmak istiyorum.”
Günlerden salı ve akşam olmak üzere, Manawatu, Westport News gazetesindeki mesaisini yeni bitirdi. Tam zamanlı işinde mahkeme duruşmalarını ve polis faaliyetlerini takip ediyor, West Coast gazetesi için okurların ilgisini çekebilecek haberler bulmaya çalışıyor.
Bir gün sonra, ülkenin geri kalanı Yılan Balığı Avı’nın, Ockham Yeni Zelanda Kitap Ödülleri’nde 55.000 dolarlık Jann Medlicott Acorn Kurgu Ödülü’ne aday gösterilen dört romandan biri olduğunu duyacak. Kitap ödüllerini at yarışı gibi görmek doğru olmasa da uzun süredir favori olarak kabul edilen Elizabeth Knox’un The Absolute Book adlı eserinin sürpriz bir şekilde aday gösterilmemesi, Manawatu’nun Yeni Zelanda yazınının en büyük ödülünü kazanma konusunda bir şansı olduğu anlamına geliyor. Yine de Owen Marshall, Carl Shuker ve esrarengiz David Vann gibi kendisinden daha deneyimli yazarlarla yarışmak durumunda. Bu, henüz ilk romanını yazmış otuz yedi yaşındaki yazarın, en azından kurgu kategorisinde en iyi ilk roman ödülünü almayı hak ettiğini gösteriyor.
Manawatu, aday listesini önceden öğrenmiş ve haberi zor da olsa sindirmek için birkaç günü olmuş. Eğer Landfall dergisi Manawatu’ya, Yılan Balığı Avı’nın, Hulme’nin The Bone People adlı romanıyla kıyaslandığı ve çokça övüldüğü o yazıyı göndermeseymiş, adaylığı bile hak etmediğini düşünebilirmiş.
“Romanımın yayımlanmasından sonra endişeli hissedeceğimi hiç düşünmezdim,” diyor. “Gerçekten hislerinizi öngöremiyorsunuz. Birçok açıdan hassas bir insanım, bu yüzden kendimi oldukça sert eleştiririm hatta kendimi eleştirmek için fırsat kollarım, bence çoğumuz bunu yaparız.”
Ama aynı zamanda, “Kitabımın yayımlanması, yazı yazmayı öğrendiğimden beri istediğim şeydi. Bunun için çok uzun süre çalıştım. Aslında çalışmak denmez buna, sadece sevdiğiniz için yazarsınız ama tabii ki ilkokulda, bir hikâyenin nasıl oluşturulacağını öğrendiğimden beri hep yazar olmak istemişimdir.”
Tam bir duygu karmaşası: Kitabın büyük başarısının yarattığı hissiyat ve bununla birlikte gelen, genellikle utanç veya utanma olarak tercüme edilen whakamā. Bu noktada diğer yazarların dediklerine umut bağlamış ama yardımcı olduklarından pek emin değil. Ihimaera, “Kişisel olarak whakamā hissetmek iyidir, bu iyi bir şey ama mahinizden* utanmamalısınız,” diyor. Zadie Smith ise yazmayı “utanç verici bir eylem” olarak tanımlıyor ve tüm yazarların utanması gerektiğini söylüyor. Peki, kim haklı?
Becky Manawatu’nun ilk romanı Yılan Balığı Avı, Māori yazınında yeni bir dönem.
ŞİDDETİN SONUÇLARI
Landfall dergisinden eleştirmen Arihia Latham, Yılan Balığı Avı ile The Bone People’yi karşılaştırırken her iki hikâyenin de merkezinde bir erkek çocuğunun, Güney Adası mekânlarının ve mitolojiyle şiddetin tekinsiz dünyalarının olduğunu düşünmüştü. Öte yandan Manawatu’nun romanında çeteler, uyuşturucu, cinayet gibi gerçek dünyaya ilişkin sorunlar yer alsa da aynı zamanda daha rahatlatıcı bir doğaüstü duygu hâkimdi.
Roman gerçek dünyaya ve gerçek bir suça dayanıyor. Manawatu’nun çocukluğunda, Westport yakınlarındaki Waimangaroa’da ailesiyle birlikte yaşayan Glen Bo Duggan adında, onunla aynı yaşta bir kuzeni varmış. Bugün herkes onu zeki, tatlı ve mutlu bir çocuk olarak hatırlıyor. Manawatu ile çok yakınlarmış ancak Duggan, annesi ve annesinin erkek arkadaşı Peter Ryder ile Christchurch’a taşınmış. Ryder, cüzdanından kaybolan 5 dolar için onu bilincini kaybedene kadar dövmüş ve çocuk, 1994 yılında on yaşındayken Christchurch Hastanesinde ölmüş.
* Maori dilinde iş veya çalışma anlamına gelir (ç.n.).
Bu, Yeni Zelanda’da oldukça bilinen ve son derece üzücü bir hikâye. Bu tür hikâyeler haber olarak kısa süreliğine gündeme gelir ancak ailelerin hayatında kalıcı izler bırakır. 2016 yılında Stuff’da yayınlanan bir haberde, Manawatu’nun annesi Maureen Wixon, yeğeninin başına gelenlerden çok etkilendiğini ve bu olayların etkisinden hâlâ kurtulamadığını söylemişti.
Auē’nin başkarakteri olan Arama adlı çocuk Pakeha* değil, Māori kökenli. Ancak diğer yönlerden Glen Bo’ya çok benziyor “çünkü Glen Bo da sessiz, nazik, esprili, sanatçı ruhlu ve düşünceli” biriymiş, tıpkı Arama gibi. Arama’ya sahip çıkan, hayata dair ondan daha çok tecrübesi olan kuzeninin adı ise Becky değil, Beth. Aksi takdirde hikâye, acıyla sonuçlanan olayları düzeltmek için geçmişe dönme, zamanı bir şekilde geri alıp zavallı çocuğu kurtarma arzusu gibi anlaşılabilirdi.
Manawatu, “Şiddetin sonuçlarını gördüm,” diyor. “Ailem de bundan etkilendi. Glen Bo hakkında yazmaya gençliğimde, o öldükten sonra başladım. Beni üzen konuları bire bir olmasa da yazmak için doğal bir eğilimim hep olmuştur.”
Yılan Balığı Avı, eşi Tim Manawatu’nun (onun havalı soyadını aldığını söylüyor) rugby oynadığı Almanya’nın Frankfurt kentinde şekillenmeye başlamış. Manawatu, o dönemde Yeni Zelanda’nın kırsalına, aşina olduğu o küçük kasabalara ve sahil topluluklarına özlem duyduğunu düşünüyor. Bu mekânlar, romanında bazen gerçek bazen de kurgulanmış yerler olarak karşımıza çıkıyor. Yani tam olarak karanlığı ve huzuru bir arada barındıran Yeni Zelanda.
Landfall dergisinden eleştirmen Arihia Latham, Yılan Balığı Avı ile The Bone People’yi karşılaştırdı. Yeni Zelanda’da oldukça bilinen son derece üzücü bir hikâye.
Almanya ve bir süre Nelson’da kaldıktan sonra eşi ve on bir ve on beş yaşındaki iki çocuğuyla birlikte, büyüdüğü yere, West Coast’ta geri dönen Manawatu buradaki yaşantısını şöyle tanımlıyor: “Geçen akşam biz sahilde yakacak odun keserken babam da balık tutuyordu. Oltasına bazen kahawai, bazen mercan balığı hatta bazen de küçük köpek balıkları takılıyordu. Bunu neredeyse her gün yapıyor. Ne güzel değil mi?”
Yılan Balığı Avı romanını yazarken Wellington merkezli bağımsız yayınevi Mākaro’nun, ilk üç bölümü görüp romanla ilgilendiğini söylediği zaman, altı yıllık yazma sürecinin tam ortasındaydı. Daha önce aldığı ve “kesinlikle hak ettiği” bir ret cevabı sonrasında kitabı tekrar yazıp farklı bir bakış açısı ya da ikinci bir görüş istemişti.
Mākaro yayınevinden Mary McCallum, Yılan Balığı Avı romanını saygın bir Yeni Zelandalı oyun yazarı ve romancı olan Renee’ye göndermiş. Renee de McCallum’a romanı kabul etmesini söylemiş. Manawatu, “O günden beri bana çok destek oldu, e-posta üzerinden sık sık yazışıyoruz,” diyor.
Mākaro’nun sitesinde Renee’nin övgü dolu bir yazısı paylaşıldı: “Yazar tam olarak ne yaptığını biliyor ve bizi de alıp götürüyor. Okumaktan kendimi alamadım.” Ockham jüri üyeleri de benzer görüşte. NZ Kitap Ödülleri kurul üyesi yazar Paula Morris, Manawatu’yu finalist listesinde iddialı bir aday ve inanılmaz derecede umut vadeden bir Yeni Zelandalı yazar olarak nitelendiriyor.
* Yeni Zelanda’da Avrupa kökenlilere veya Maori olmayan insanlara atıfta bulunmak için kullanılan bir terimdir (ç.n.).
Açıkça görülüyor ki Manawatu, Yeni Zelanda edebiyat sahnesinde kabul görmüş durumda. Bir kapıdan girdiğinizi düşünün, peki içeride ne var? Birkaç festival, her yıl düzenlenen bir ödül gecesi ve birbirini tanıyan bir grup yazar. Yazmaya Almanya’da başlaması ve yaşadığı yer nedeniyle Manawatu, kendisini hâlâ bir yabancı gibi hissediyor.
Ve o sahneye çıktığınızda, asıl önemli olanın yazmak olduğunu anlıyorsunuz. İşte orası, yazarların olmak istediği yer: kafalarının içi.
“Yılan Balığı Avı’nın yayımlanmasından sonra Manawatu, romanın dayandığı hikâyeleri ve hayatıyla olan bağlantılarını açıklayan cesur ve samimi birkaç deneme yazıp internette yayınladı. “Böyle bir kitap yazmamın nedenlerini açıklamam gerektiğini düşündüm,” diyor. Bu arada ikinci bir roman yazmaya başlamış ancak Manawatu’nun bazı tereddütleri var.
“Sahiden o özgüveni kazanarak, yazdıklarımı düşünmeden sadece dalıp gitmek istiyorum, Yılan Balığı Avı’nın nasıl yazdıysam öyle. Yalnızca yazmaya ihtiyaç duyduğum şeyi yazıyordum. Kimse benden bir kitap beklemiyordu. Kimse benden bir kitap yazmamı istememişti ve bitirdikten sonra ne olacağını bilmiyordum.”
“Yazmaktan başka hiçbir şey düşünmediğim bir ruh hâline girmeye gerçekten ihtiyacım var.”
Yeni kitabının ana karakteri, Manawatu’nun büyüdüğü yerde yaşayan ilginç bir kız olacak. Yılan Balığı Avı’nın güçlü yönlerinden biri, çocukların bakış açısını yansıtabilmesi olduğu için bu tercih oldukça mantıklı görünüyor. Manawatu, romanında çocukların umutlarını ve korkularını nasıl deneyimlediklerini mükemmel bir şekilde göstermişti. Üstelik bunu yaparken pek de zorlanmamış.
“Bu benim için oldukça doğal ve keyifliydi, belki de çocukken yazdığım şeyleri hâlâ saklıyor olmam sayesinde böyle hissettim. Küçük yaşta düşüncelerinizi yazıya dökmek, sanırım onları ölümsüzleştiriyor.”
“Ayrıca benim de iki çocuğum var ve hepimiz hâlâ çocuğuz aslında. Genellikle yetişkinler gibi davranmak zorunda kalan kocaman çocuklarız.”
Becky Manawatu’nun Yılan Balığı Avı adlı romanı, Ockham Yeni Zelanda Kitap Ödülleri için aday gösterildi.
Değerlendirmeler
Henüz değerlendirme yapılmadı.