İstanbul Çözüldü

Orijinal fiyat: 140.00₺.Şu andaki fiyat: 105.00₺.

İstanbul Çözüldü, yer yer gerçeküstücülüğe kayan anlatımı ve ironik diliyle kentte tarifi zor olana da yer açmanın peşinde.

‘Kitapta yazılıp çizilenler, insanın mekânla ilişkisinin sonsuz çeşitliliğini belirgin kılar. Buna göre kent, anaakımda kurulan denklemlere sonsuz kişisel anlamla girerek denklemleri altüst eder.’

Yazar Hakkında

Mimarlık eğitimi aldı. İnsan-doğa-mekân ilişkilerini doktora tezinde ‘kendiliğindenlik’ kavramı üzerinden inceledi (MSÜ,2013). İnsanın kenti, kentin insanı her yeni gün yeniden şekillendirmesi ile ilgilidir. Kentbilim x edebiyat x tasarım arakesitindeki çalışmalarıyla duyusal açıdan daha zengin, daha kapsayıcı, daha eşitlikçi bir kentleşme, yapılaşma talep eder ve bunun için çalışır. Çalışmaları herhangi bir disiplinle sınırlı değildir; bir türü başka bir türün imkânlarıyla genişletmekten hoşlanır ve bunu önemli bulur.

İstanbul Çözüldü, yer yer gerçeküstücülüğe kayan anlatımı ve ironik diliyle kentte tarifi zor olana da yer açmanın peşinde.

‘Kitapta yazılıp çizilenler, insanın mekânla ilişkisinin sonsuz çeşitliliğini belirgin kılar. Buna göre kent, anaakımda kurulan denklemlere sonsuz kişisel anlamla girerek denklemleri altüst eder.’

Sayfa Sayısı: 104

Ebat: 15×21 cm

Ağırlık: 104 gr.

ISBN: 978-975-2498-34-1

Basım Yılı: 2022

Değerlendirmeler

Henüz değerlendirme yapılmadı.

“İstanbul Çözüldü” için yorum yapan ilk kişi siz olun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

nisa biçer & özlem bahadır

özlem bahadır ile  ‘istanbul çözüldü’ kitabının ikinci baskısı vesilesiyle istanbul’u ve istanbullu’yu konuşuyoruz.

 2.baskı, etkileyici bir kapak görseliyle çıktı. Oradan başlamak istiyorum. Boğaz, bir canlı olarak resmediliyor sanırım, bir denizkızı göndermesi var. neden denizkızı?

deniz kızı, istanbul denince aklıma gelen bir çok şeyi, özellikle ‘arzu nesnesi olarak istanbul’u temsil edebilecek çok yönlü bir figür..kentin ruhunu, etkileyiciliğini, gücünü oluşturanın ne olduğunu sorgulatıyor.

coğrafi açıdan bir araya gelemeyen ama yüzünü de birbirinden asla çevirmeyen iki kıtanın doğurduğu bir canlılık var ortada, denizkızı göndermesiyle resmettiğim, kentin canlılığını, nefes alır verirliğini, organikliğini temsil ediyor.

denizkızı, kentin parametrelenemeyen, ölçümlenemeyen ve o yüzden bazen yok sayılan taraflarını temsil ediyor. rasyonalitenin hakimiyetine, diğer herşeyi görünmez kılan, değersiz kılan işleyişe dair rahatsızlıklarım var. kentin ruhu, kentin büyüsü, kentin şiirinden söz ediyoruz.

son yıllarda rant odaklı politikalar, çılgın projeler, kentlinin giderek daha edilgen hale getirilişi derken denizkızı gitti, gidecek..tarifi zor olan bir şeyler vaktiyle olabilmiş burada, şimdilerde bozuk olmayanı tamir etmeye çalıştıkça bozuyoruz.

Bugünün istanbul’u nasıl? nasıl görüyorsunuz?

jonathan raban, bugünün kentinin ilk karakteristik özelliklerini görebileceğimiz ‘soft city’(74) kitabında kenti, her türlü hiyerarşi duygusunun, hatta değer türdeşliğinin çözülmekte olduğu bir ‘ansiklopedi’ ya da ‘üslupların pazaryeri“ olarak resmediyor.

“farklı gruplar gün geçtikçe birbirlerine daha çok yabancılaşır; birbirlerini, kamusal mekan ve kaynakları beraberce inşa eden ortaklar değil, sınırlı bir imkan ve fırsatlar kümesini bölüşen rakipler olarak görmeye başlarlar”

burası çok kritik.

çok derinden yeşermiş koca bir kültür var burada. temelinde hoşgörünün, kozmopolitliğin, yanyana bir değer üretebilmişliğimizin yarattığı canlı bir organizma istanbul.

birbirimizin farklılıklarından güç ve dinamizm kazandığımız gerçeğini hatırlamak önemli. çeşitlilik direncin temel unsuru. ama günümüzde çok kompleks sorunlarla karşı karşıyayız. kentte son yıllarda, hepimizin bildiği gibi derin, çelişkili, kesişimsel sorunlar yaşanıyor. sorunlar, çözümler hepimizin kafasını karıştırıyor, yeri geliyor duygularımızı altüst ediyor. müşterek değerler, yeni beliren ortaklaşmalar hepsi kıymetli, bunun için emek harcamamız gerekiyor. çokkültürlülük bu kentin mayasında var. bunu vaktiyle son derece iyi kurabilmiş bir kentin, şu anki hali üzücü.

burada, yerel topluluklar, dayanışma grupları, belki mahalle önemli bir imkan olarak devreye giriyor.

‘(…) hükümet şehri etkin kılmak için bir planımız var dediğinde, şehir ölmeye başlar’diyor sennett

şehrin geleceği tabandan olmak zorunda. 2000’ler sonrası kent çalışmalarında taban hareketleri ve aktivizmin öne çıkıyor olduğunu görmek sevindirici.

‘İstanbul çözüldü’nün ilk baskısıyla ikinci baskısı arasında ne gibi farklılıklar var?

değişmeyen şeylerin başında çok fazla şeye maruz kalmaktan hoşnut olmayışım geliyor..

“mutlak baskı, biraz fazlaca verilerek elindeki her şeyin alınmasıdır” der Jean baudrillard*

yaşam, modernite ve kapitalizm sebebiyle, kişiyi parçalanmışlık ve süreksizliğe yöneltirken, bir de dijital çağın bir getirisi olarak bağlamsız unsurların sonsuz çokluğu zorlukları derinleştiriyor. bir bağlamda, bir gündemde, bir kolektifleşmede canlı kalmak, odaklanmak, her zamankinden fazla çaba gerektiriyor.

aradaki yıllarda dayanışma kavramı daha kuvvetlendi yaşamımda. kent çeperinde şahit olduğum yaşamlar, dezavantajlı ama mutlu olmayı, yaşamdan tat almayı başaran kanaatkar kişilerle tanışıklığımın da sanırım etkisi oldu. yapılabilecekken yapılmayanları anlamakta zorlandığım ve olumsuzluklara cevap üretebilmenin güzelliğini küçük, değerli bir grup insanla yaşadığım dönemlerde yazıp çizdiklerim, hissettiğim karmaşık ve mahcup duyguların tezahürü.

Bu kitabı yazmaya sevk eden nedir? Bunları yazdıran ne?  Nedir Özlem Bahadır’ın olayı?

sınırlandırılmışlık ve indirgenme denebilir sanırım..kente, yaşama tadını, tuzunu veren, anlam kazandıran hemen herşeyin yok sayılması, kişinin yok sayılması.

oysa varız. moderniteyle birlikte giderek belirginleşen ‘izleyici’* kişilik tipinin aksine, kitapta kentli olan ben, rahatsız olur, özler, yadeder, itiraz eder, talep eder; kentin her bir sokağıyla, binasıyla, durağıyla kişisel ilişkisini anlatırken giderek silikleşen bir figür olmaktan uzaklaşır.

burası özel bir kent, özenilmiş, incelikli, katılımcı bir planlamayı hak ediyor.

bir de kentin, coğrafyasının da avantajlarıyla, bu çok kültürlü-çok katmanlı organizmanın rastgele anlarda sunduğu- bir metroyu ucu ucuna kaçırmışken, iskelede buz gibi bir akşamda mesela-yakalanan poetik yoğunluk halleri çok başka..

Şiirlerinizin dize yapısı âdeta bir kentin planına benziyor. Şiirlerinizin bu hâle bürünmesi kaç yıllık bir emeğin mahsulü?

dize yapısı ve anlatının mekanı kent arasında bir tutarlılık varsa ne güzel, anlattıklarımın öznesinin ve söyleminin benzerliği beni mutlu eder.

kent gibi, anlatımın dili ve ifade biçimi de durağan değil, değişebilir, aniden bir sapak görüp yan yola sapabilir rotalar halinde çıkıyor bende. neyi ne zamandır yapıyorum emin değilim. 2013’te tamamladığım doktora tez sürecimde de kent ve mekanda kendiliğindenlik üzerine epey okuma yapıp, yazıp çizmişliğim var.

Kitapta ilüstrasyonlar da yer alıyor, neden görsel? yazının yetmediği yerde mi?

o konuda serbest hissediyorum. bazen söylemek istediğimi görsel bütünlüyor, pekiştiriyor bazense duyguyu tek başına görsel aktarıyor.

bu tipografik bir çalışma da olabiliyor, bir el çizimi de..

tugay (çetinkaya), onur (erenler), beril (özelçi), doğa (çakmakçı) ve barış (çakmakçı)’ın katkılarıyla çıktı görsel içerik, hepsine bu vesileyle bir kez daha teşekkür ederim.

istanbul bir yer değil, belki bir hal..demişsiniz.. istanbul sizin için nedir? nasıl bir yer?

akıp giden bir şey istanbul,

durmayan bir hareket, bir geçiş,

istanbul’u istanbul yapan en önemli şey aynı anda hem o, hem de diğeri olabilmesi, aynı anda çok şey içermesi ve hepsinin de o olması

istanbul’u konuşurken aslında neyi konuşuyoruz? ihtişam, görkem, çöküş..hepsini görmüş, imparatorluklar kurulmuş, imparatorluklar yıkılmış bu kentte yüksek duyguları konuşuyoruz istanbul, canlı kalmayı, sabitlenmemeyi, akabilir olmayı, tıkanmamayı, her tıkanmayı aşmayı temsil ediyor benim için.

iç içe geçmiş bir kavramlar serisi yüzünden tanımlanmaya direnç gösteren ve sürekli olarak yeniden şekillenen bir şehir istanbul.

 ‘istanbul çözüldü’deki bazı çalışmalar, psikocoğrafyanın edebiyattaki az sayıdaki karşılıkları arasında görülebilir. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

psikocoğrafya, ilgili olduğum bir kavram.

1950’lerde ortaya çıkan sitüasyonist enternasyonal hareketin ileri sürdüğü kavram, önce sanatsal kaygılarla ortaya çıkmış, sonraları dönemin siyasi ortamından etkilenerek kent yaşantısını dönüştürmek için politik bir araç haline gelmiş. psikocoğrafya, insan ve mekanın karşılıklı iletişimiyle ilgili ve psikocoğrafyada en önemli araç, yürümek.

plan yapmadan ya da hedef gütmeden yürümek _‘sürüklenmek’ anlamına gelen dérive kavramını duymadan çok önceden beri_ en sevdiğim şeylerin başında gelir. dérive, sürrealistlerin şans eseri mekânda bulunmasından daha fazla bir anlam taşır. temel amaç, ‘planlanmış kendiliğindenlik’ yoluyla şehir hayatının altta yatan gerçeğini ortaya çıkarmak ve bunun da en iyi yolu yürümek. kente dair resmi anlatıları dikkate almadan kenti görmeye, hissetmeye imkan tanıyan özgürleştirici bir eylem yürümek. jane jacobs, sennett gibi isimler de kent yürüyüşü ve bu yürüyüşlerin şehir mekânını demokratikleştirici ve uygarlaştırıcı olasılıkları üzerinde düşünmüş.

yürümek, sadece bir hareket biçimi değil, kentte her yürüyüş, kenti yeniden haritalamak demek.

kitapta, yürümüşlüğüm, kiminde ‘sürüklenmişliğim’ olan 20’ye yakın semtten bahsetmişim, bu vesileyle kendi haritamı, kendi kişisel istanbul’umu ben de daha net şekillendirmiş oldum.

edebiyat-kent arakesitinde bir çalışma “istanbul çözüldü”. edebiyatın kentle ilişkisi hakkında neler söylemek istersiniz?

 kent üzerine diyaloğu, kapsayıcı bir yerden, fark ettirmeden kuruyor edebiyat. bu, kıymetli.

edebiyat kent için ne yapabilir? sorusu üzerine düşünüyorum bir süredir. kent, çok fazla kanaldan tartışılıyor ama hepsi bir araya toplanabiliyor mu, tüm bu konular birbiriyle konuşabiliyor mu? 2000’lerde bir taraftan hala kenti nasıl tartışacağımızı anlamaya çalışıyoruz, dili henüz kurulabilmiş değil. bu noktada, edebiyatın gücünü aktive etmek önemli. çünkü edebiyat, süreçte kentin dinamiklerini bir bağlamda yanyana getirebilirliğiyle onları karşılaştırabilir, buluşturabilir. tarihle, sosyolojiyle, teknolojiyle yakın teması olan bir edebiyattan söz ediyorum.

edebiyatın mutlak verilere dayanmayan yapısı, mesela bir yıkımı, sıradan bir yıkım olmaktan çıkarır, ilgili unsurlarının sınıfsal ve ulusal çağrışımlarını içerecek şekilde ele almanın, gerekirse mitleştirmenin olanaklarını sunar.

edebiyat, konu edindiği gündelik hayat ile mekânları ve kentleri tartışmaya açar. kenti yazıyla anlamaya çalışarak, kente edebiyatla yaklaşarak, kentle ilişkimizi tarifleyen duyusal, duygusal, sözel repertuvarı zenginleştirmek, kentin öğeleri arasındaki karmaşık etkileşimi görebilmek, kentsel mekan ve kentli arasındaki ilişkiye dair yeni içgörüler edinmek mümkün olabilir.

kitabın ilk baskısında amacınızın kenti okuma alışkanlıklarımızı sarsmak olduğunu söylemişsiniz. kitabın insanı eyleme teşvik eden aktivist bir tarafı var.

 zizek, doğayı korumadaki temel engelin, inandığımız doğa anlayışı olduğunu söylüyor.

Kente nasıl yaklaştığımız, nasıl okuduğumuz önemli.

edebiyatın, daha genel anlamda sanatın yapıbozumcu ve yeniden kurucu varoluşu, içinde bulunduğumuz koşullarda değişim için önemli imkanlar vadediyor.

bazen yazarak, çizerek, söylediklerimizle, istediklerimizle, özlediklerimizle bir ihtimali canlı tutmak bile yeterince iyi olabilir.

Kitapta geçen bir satırda “bu kentin hakkını vermek gerek” diyorsunuz. Kentin hakkı nasıl verilir?

istanbul,  yavaş ve derinden katedilmesi gereken bir şehir. sunduğu güzellikleri görebilmek, paylaşabilmek lazım. her tür bağlantıyı kurarak, belli rotalar etrafındaki tüm sesleri, tüm sözleri duyarak yaşamak lazım bu şehri.

çok derinden yeşermiş koca bir kültür var burada. gerçek, saygılı bir kozmopolit ortamı şekillendiren her bir esnaf, her bir kaldırım kıymetli. kentin sunduklarını fark edebilmek, kentin ön sokağını, arka sokağını adımlamak, kente karışmak lazım.

her kentin insanının tavrına işlemiş halleri var. istanbul’a özgü sonsuz sayıda kent hali sayabilirim ama biri var ki, günün sonunda mualla’yı sandala atıp ruhumda hicran’ı söyleten bir hal..işte o hal, insana gemi batarken yanındakinin elini tutma şevki veriyor..kentin hakkını vermekle ilgiliysen, bu hallere ve gereklerine teşne olacaksın.

#artivizm #artivism # kentedebiyat #edebiyatkentiçinne yapabilir

#psikocoğrafya #istanbulçözüldü #değişimiçin sanat

Bunları da sevebilirsin